Bugün Aksiyon Dergisinde okuduğum bir yazı oldukça dikkatimi çekti. Ben de bir kaç defa TRT de yayınlanan Süper Dadı Programına rastgelmiştim ve Anadolu Pedagojisine gönül veren bir anne olarak programı içim acıyarak hatta bazende gözyaşları içinde izlemiştim. Programla ilgili bir yazı yazmayı da planlıyordum hatta. Ama Aksiyon Dergisindeki yazı uzmanların görüşleriyle buna mahal bırakmayacak kadar güzel hazırlanmış.
Buyrun yazıya:
"TRT ekranlarında yayımlanan Süper Dadı programı son zamanlarda ailelerin oldukça fazla gündeminde. Düşünme sandalyesi, ödül-ceza panosu uygulamalarını evinde hayata geçirenler de fazla. Oysa bazı uzmanlara göre kullanılan yöntemlerin hepsi doğru değil, program tartışmaya açılmalı ve yeni bir formatla yayın hayatına devam etmeli.
Haftanın yorgunluğunu atmaya çalıştığınız bir pazar günü, televizyon ekranında oğlunun peşinden terlikle koşturan sinirli bir anne, kardeşinin saçlarını var gücüyle çekip kafasını oradan oraya sürükleyen hırçın bir kardeş ya da çığlıklar içinde zorla banyoya kapatılan ‘yaramaz’ bir çocuk görebilirsiniz. Hatta merak edip bu aile karmaşasını çözmeye çalışırken şaşkınlığınız daha da artabilir. Çünkü 3 yaşındaki bir miniğin çığlıklar içinde omuzlarından bastırılarak sandalyeye oturtulduğunu, bebeklerin dakikalarca ağlatılarak uyutulduğunu, kendinden istenileni yapmayan çocuğa nasıl ceza verildiğini izleyebilirsiniz. Tüm bunlar ve daha fazlası TRT ekranlarında yayımlanan ‘Süper Dadı’ programında yaşanıyor. Ailelerdeki onca keşmekeşi 7 günde ‘kısmen’ çözüme kavuşturan program, birçok anne-babaya cazip gelse de uzmanlara göre kullanılan yöntemler tartışılmalı...
2008’de İngiltere ve Almanya’da Supernanny ismiyle yayımlanan program, Birleşmiş Milletler danışmanları tarafından “Bu tarz reality şovlar çocuk onurunu zedeliyor.” şeklinde eleştirilmiş. Diğer bir kınama da Oslo Üniversitesi’nde görevli, aynı zamanda Norveç İnsan Hakları Merkezi Başkanı olan Prof. Dr. Lucy Simith’ten gelmiş: “Çocukların olumsuz davranışları medya aracılığıyla yanlış sunuluyor. Her kötü şeyin sorumlusu gibi gösteriliyorlar. Bu şekilde çocuk-gençler daha fazla olumsuzluğa sürükleniyor.” Türkiye’de de Pedagoji Derneği, “TRT’ye ve Süper Dadı’ya Mektup” başlıklı bir yazı ile programı eleştirdi (12 Mart 2012). Peki Süper Dadı programı neden eleştiriliyor?
Bilmeyenler için önce Süper Dadı’nın çalışma biçimini anlatmakta fayda var. Programda bir haftalık süreç şöyle başlıyor:
-Dadı, önce ailenin bir gününü videodan izliyor.
- Ardından hiçbir olaya müdahale etmeden evde gözlem yapıyor. Problemleri tespit ettikten sonra evdeki ikinci gün başlıyor. Önce 3 yaş ve üzeri çocuklar için verilecek cezalara zemin oluşturacak ‘düşünme paspası’, ‘düşünme sandalyesi’ ya da ‘düşünme odası’ tahsis ediliyor. Biraz daha büyükler için de bir ödül-ceza panosu asılıyor. Söylenen davranışları yerine getirenler için duvara gülen yüzler yapıştırılıyor. Hafta içi küçük, hafta sonu da büyük ödüller devreye giriyor. Onca problemin yaşandığı evde 7 gün içinde ciddi değişiklikler yansıtılıyor ekrana. Mesela; annesinin yanında uyumaya alışmış 17 aylık bebek, beşiğinde uyumaya başlıyor, kardeşini döven abi bundan ‘kısmen’ vazgeçiyor. Eviyle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan baba, ‘yapmacık da olsa’ çocuklarıyla ilgileniyor, anne çocuklarına şiddet uygulamayı bırakıp düşünme sandalyesiyle tehdit ediyor.
Düşünme sandalyesi...
Programın sivil toplum örgütleri, pedagog, psikolog ve bilinçli aileler tarafından en çok eleştirilen kısmı düşünme sandalyesi, düşünme paspası ve düşünme odası uygulaması. Çocuk yasaklanan bir davranışı yaptığında önce uyarılıyor. Fakat umursamaz ve devam ederse düşünme sandalyesi devreye giriyor. Çocuğun yaşı kaçsa o kadar dakika sandalyede bekletiliyor. Sonrasında da özür dilettiriliyor. Pedagoji Derneği Başkanı Pedagog Mehmet Teber, önemli bir noktaya dikkat çekiyor: “Çocuk ruhu çok hassastır, incinip kırılır. Çocukta derin yaralar açılmamalı. Yetişkin birine sandalye uygulaması yapabilmem için onu ikna etmem, sebeplerini açıklamam lazım. Aynı şey çocuklar için de geçerli. Omuzlarından ittirilerek zorla sandalyeye oturtulan çocuğun ruhu zedeleniyor. Düşünme sandalyesi adı. Ama 3 yaşındaki biri için düşünme sandalyesinin, sürecinin bir anlamı yok. Soyut.” Kullanılan tüm yöntemleri belirleyen, aile hakkında analizler yapan, Süper Dadı Yeşim Varol Şen’in ‘iç sesi’, programın görünmeyen yüzü Psikolog Aysun Ömeroğlu ise bu uygulamadaki amaçlarını şöyle açıklıyor: “Düşünme sandalyesi bir sonuç. Bu yöntem kadim ve bilimsel bir temele dayanıyor. Çocuklarla annelerin arasında hezeyan dolu bir ilişki var. Çok uyumsuzlar. Şiddet de var. Güven duymuyor çocuk. İdeal ilişkide çocuk annesinin sözünü dinler, işbirliği yapar. Sandalye annenin tutarlılığını ortaya koymak için bir araç. Çocuk karşısında şiddet göstermeyen, iş birliği yapılabilecek bir anne görüyor. Güven duygusunu bu vesileyle yeniden tesis edebilirler. Soyut hiçbir şey yok. Anne kararlı. Evladını dövmeden, aşağılamadan uyguluyor doğrularını. Tek bilgi bu. Sandalyeye aşırı tepki veren çocuklar fazlaca şiddet görenler. Sandalye bir sebep değil, sonuç.”
Çocuk Gelişimi Eğitimi ve Edebiyat Uzmanı Elif Konar, küçük insanların penceresinden bakıyor mevzuya: “Etrafındaki kocaman yetişkinler ona sürekli bir şeyler emrediyor. Söyleneni yapana kadar da bu ceza/işkence sonlanmıyor. Keşke yetişkinler çocuğun yerine o an kendisini koysa. Dehşet verici bir durum. Kameralar önünde aşağılanması, küçük düşürülmesi, onursuzlaştırılması yetmiyormuş gibi bir de tam olarak anlamlandıramadığı, dillendiremediği konularda olumlu davranış sergilemesi bekleniyor. Tam bir karmaşa!”
Eğitimci ve bireysel aile danışmanı Fikriye Metin’e göre ise çocuk; anne, baba, dadı kim varsa, karşısındaki herkese öfke besliyor, ayakları yere basmaya başladığı ilk anda (ergenlik) patlamak üzere yaşadıklarını biriktiriyor. Sandalyeye ağlata ağlata oturtulan çocuğun her seferinde duyguları biraz daha ölüyor, kalbi kaskatı kesiliyor. Böyle terbiye edilen çocuklar yetişkinlik yıllarında artık hissedemediği için özel hayatında, sosyal ilişkilerinde, iş dünyasında sıkıntılarla boğuşuyor ya da yönlendirmelerle hayatını idame ettiren mekanik bir kişiliğe bürünüyor.
Ödül ve ceza kullanılıyor
Sandalye cezasının ardından çocuğa zorla özür dilettirilmesi de dikkate değer bir ayrıntı. Çünkü küçük kız-erkek içinde bulunduğu yaş itibari ile özrü kavrayamıyor. Ama kendisine yönelmiş her türlü baskının altından özür dileyerek kurtulabileceğini öğreniyor. Bu da onun sınırlarının genişlemesi anlamına geliyor. Uzmanlar, çocuğun belli bir gelişim düzeyine geldikten sonra özür dileyecek mekanizmalarının harekete geçirilmesini destekliyor. Ancak bunun “baskı ve zorlamalarla” değil, saygın ilkesel metotlar kullanılarak yapılması gerekiyor. Mehmet Teber’in önerileri şöyle: “Öyküler, kıssalar, aile içinde yaşanmış örnekler, çocuktaki merhamet duygusunu geliştirecek aktiviteler, dışarı çıkıldığında çevreye gösterilen duyarlılık, hayvanlara-bitkilere ebeveynin bakış açısı, anne-babanın hata yaptığında özür dilemesi çocuğun içine bu duyguyu yerleştirebilir. Şekil var ama ruh yok. Dış disiplin değil, iç disiplin önemlidir çocuk terbiyesinde. Dadı mevcut uygulamasıyla dış disiplin oluşturmaya çalışıyor.”
Sirklerdeki hayvanlar ödül ve cezayla eğitiliyor. Mesela güvercinler istenilen hareketleri yaptıklarında yem atılıyor, yapmadıklarında da elektrik şoku veriliyor. Ayılar da benzer şekilde muamele görüyor. Zamanla hayvan ödül kazanmak ya da cezaya mahkûm edilmemek için kendinden istenileni yapıyor. Dolayısıyla ayılar oynamaya, aslanlar ateşli çemberlerden geçmeye başlıyor. Vicdan sızlatan bu yöntemler ne yazık ki insanoğlu için de kullanılıyor. Mesela Süper Dadı’da çocuklar anne-babasının isteklerini yerine getirdiğinde, ödevlerini yaptıklarında, kardeşlerini dövmediklerinde ödül kazanıyor, aksi hâlde cezaya çarptırılıyorlar. Hâlbuki ceza “o an” belli davranışları düzeltiyor gibi görünse de çocuğun ruh dünyasını bozuyor. Psikolog Aysun Ömeroğlu tüm hayatın ceza üzerine kurulmadığını fakat çok problemli ailelerde, çocuklarda geneli değiştirmek için minik cezalara ihtiyaç duyduklarını, cezadan yana asla olmadıklarını anlatıyor. Cezayı ‘antibiyotik’ şeklinde tanımlıyor; sağlıklı, her zaman kullanılabilir değil. Ama ilerleyen rahatsızlıklarda mecburen küçük dozda başvurulması elzem. Hele de işin ucunda şiddet var ise. Ödüller ise çocuk olumlu davranışı gerçekleştirmese de çoğu zaman veriliyor. Çünkü aile içinde takdir edilmeyen, güzellikleri, farklılıkları görülmeyen kız-erkeklerin sayısı fazla. Gülen yüzler ailenin çocuğunu fark etmesini sağlıyor. Psikolog Fikriye Metin, Aysun Hanım’la aynı fikirde değil. Çünkü ders çalışmayan, sorumluluklarını yerine getirmeyen, düzensiz, sınav endişesi yaşayan, dikkat dağınıklığı bulunan çocukların özüne indiğinde ödül-ceza yöntemine tabi tutulduklarını gördüğünü söylüyor.
Elif Konar, çocuk eğitiminde fiziki, duygusal, psikolojik her türlü cezaya kesinlikle başvurulmaması gerektiğini anlatıyor. Çocuk Gelişimi ve Montessori Eğitimi Derneği Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Konar’a göre; çocuk, ya ceza verileceği korkusu ya da ödül alacağı beklentisiyle davranışlarını ‘o anlık’ değiştiriyor. Fakat bu esnada benliği kaygıya bürünüp yara alıyor. Kaygı ise birçok davranış bozukluğunun ana sebebi. Anne-babalar, ödül sistemine, çocuk ruhunu nasıl tahrip ettiğini göremediği için sıklıkla başvuruyor. Halbuki ödül de bir ceza. Çünkü kişi kendinden beklenenleri bir daha yerine getiremeyeceğini düşününce kaygılanıyor. Böylesi çocuklar hiçbir zaman kendileri olamıyor, sahte benlik geliştiriyor.
Uzmanlar, günümüzde ödül ve cezalarla yetişmiş yeni bir tip insan modelinin varlığını kabul ediyor. Otur denildiğinde oturan, çalış denildiğinde çalışan küçük insanlar anne babalarını bayağı memnun ediyor. Tabii onlar suskunluklarını ergenlikte bozup aile içinde ‘isyankâr’ diye tanımlanana kadar. En savunmasız oldukları dönemde baskı ve zorlamalarla duygusal yoksunluk içinde bırakılan çocuklar, büyüdüklerinde anne-babalarına o günlerin hesabını soruyor. Ardından da aileden kopuşlar başlıyor. Konar, bu incitici kısır döngüden kurtulmak için çocuk terbiyesi ve eğitiminde yeni arayışlara girmemiz gerektiğini söylüyor: “İnsanda ve tabii ki çocuklarda da akıl, kalp, ruh, vicdan, sır, onur, izzet var. Mevlana kültürünün hâkim olduğu Anadolu topraklarında çocuk yetiştirilirken hiçbir şiddet yoktu. İnsan gibi insan olma, tevazu, alçak gönüllülük, vicdan kültürünün temellendirdiği çocuk terbiyesi yerine; materyalist yöntemlere göre ‘şartlanan çocuk eğitimi metotları’ konmaya devam ederse daha büyük sorunlarla karşılaşmamız muhtemel. Bu yanlış fark edilmedikçe de gerçek manada çözüme kavuşmak zor.”
Ağlatılarak uyutulan bebekler
17 aylık bir bebek. Sorunu beşiğinde değil de annesinin yanında uyumak istemesi. Bunun için Süper Dadı devreye giriyor, anneye bunun bir sorun olduğunu anlatıp sabit çözüm tekniğini devreye sokuyor. Nasıl mı? Anne, bebeği uyku vakti geldiğinde beşiğine bırakıyor. Çocukla tüm iletişim kanallarını kapatıyor. Bebek önce ne yaşadığını anlayamıyor. Sonra başlıyor ağlamaya. Annesizliğe henüz ruhen hazır olmayan bebek her geçen dakika biraz daha sesini yükseltiyor, annesinin onu duymadığını düşünüyor. Çünkü anne yavrusunun hiçbir hareketine karşılık vermiyor. Bebeğine ilk kez bu kadar tepkisiz kalan annenin başında Süper Dadı bekliyor ve ‘Kesinlikle almamanız lazım’ diyor. Bebek annesine ulaşmak için 30-40 dakika ağlıyor. Bitap düştüğünde ise uyuyakalıyor. İkinci gün uyku vakti geldiğinde bebeğin kaygısı daha çok artıyor. Ama anne kararlı. Günler böyle geçiyor. Çocuk sonunda annesinin onu tamamen bıraktığını anladığı için 10-15 dakika ağladıktan sonra uykuya dalıyor. Acaba bebek tüm bunlar yaşanırken ne hissediyor?
Mehmet Teber, bu durumu şöyle değerlendiriyor: “Çocuk bu baskılarla kendi yatağında uyumaya alışır; ama bu kadar ağlamama rağmen annem bana neden sarılmadı, gözlerimin içine niçin bakmadı, beni artık sevmeyecek gibi kaygılarla. Eğer anne o anda vicdanen rahatsızsa doğru gitmeyen bir şey vardır. Annelik hissi yanıltmaz. Kainattaki hiçbir canlı çocuğunu yetiştirebilmek için bilgiye ihtiyaç duymaz. Annenin şefkati bebeğini ağlata ağlata uyutmaya müsaade etmez, onu kucağına almak, bağrına basmak ister. Zaten anne ile çocuk arasındaki güven duygusu böyle gelişir.” Süper Dadı’daki uygulamanın tersine uzmanlar bebeklerin 2 yaşına kadar annesiyle tensel teması kesmeden uyuması gerektiğini söylüyor. Çünkü gece sıçrayarak uyandığında annesini yanında bulması, kendini emniyette hissetmesi çocuğun benliğini güçlendiriyor. Aynı zamanda Anne ve Bebek Psikolojisi Danışmanı Aysun Hanım bu fikre karşı çıkmıyor. Yalnız bizim ekranlarda görmediğimiz ayrıntıların varlığından bahsediyor: “Huzurlu, kendini güvende hisseden bebek zaten kolaylıkla uyur. Bizim karşılaştığımız çocuklar annelerinin şefkatini tam alamamış, kendini güvende hissetmeyenler. Anne 18 aylık bebeğe fiziki ve psikolojik şiddet uyguluyor. Anne uyuyamadıkça daha da zararlı hâlâ bürünebiliyor. Biz bebeği uyutup anneyi dinlendiriyoruz. Böylece bebeği koruyoruz aslında. Programda çok ağlatılarak uyutulan bebek sayısı 3’ü geçmez. Anneye doyanlar, yeterli beslenenler 5-10 dakika içinde uyuyakalıyor. Biz nasıl doyacağını da anlatıyoruz ekran arkasında. Şöyle tut, sarıl, yumuşak ses tonuyla konuş vs diye yönlendirmeler yapıyoruz.”
Süper Dadı programı şimdiye kadar onlarca eve konuk oldu. Her ailenin temel sorunları, kültürleri, eğitim düzeyleri, fiziksel şartları, yaşam tarzları birbirinden farklıydı. Fakat hangi eve gidilirse gidilsin aynı çözüm yöntemlerinin sıralanması hayret vericiydi. Oysa insan yaratılışı itibariyle oldukça karmaşık bir varlık. Aynı yaşantının tesiri her bireye göre farklılaşırken Süper Dadı’nın sadece “davranışçı ekolden” beslenmesi ne kadar isabetli?
Kendi gibi olabilen çocuk
Sorumuzun ilk muhatabı Psikolog Ömeroğlu: “Aileler maddi-manevi ciddi sıkıntılar içinde. Her sorunun altında yatan türlü türlü sebep var. Ama bunların tümünü televizyonda gösterebilmemiz mümkün değil. Bundan dolayı davranışı çekiyoruz, evdeki kısır döngüyü gösterip buna odaklanıyoruz. Olayları görüntülü şekilde vermek durumunda kalmamız bizi bir takım yüzeyselliklere itebiliyor. Evdeki her şeyi düzeltemeyiz. Ama aile fertleri, izleyenler ‘Bu konuda benim de eksikliklerim var’ diyorsa biz amacımıza ulaşmışız demektir. Kaldı ki ailelerle 7-10 gün boyunca 15-18 saat çalışıyoruz, elimizden gelen tüm desteği veriyoruz.” Psikolog Fikriye Metin’e göre dünyada ne kadar psikolog, pedagog varsa o kadar da çözüm yöntemi var. Davranışçı ekol de bunlardan biri. Ortaçağ Avrupası’ndan kalması, Avrupa ülkelerinin bile bu yöntemi eleştirmesi ise önemli. Çünkü onlar son yüzyıl içinde çocuk eğitiminde insanı ve duyguları merkeze alan hümanist (insancıl) yaklaşımı benimsiyor. Çocuğun baskı ve zorlamalarla eğitilmesini insan kişiliğine yakıştırmıyor. Dahası bilim adamları Yunus Emre, Mevlana gibi önemli şahsiyetlerin hayatlarını yakından araştırıyor, yakaladıkları ayrıntıları formülleştirerek çocuk eğitiminde kullanıyor.
Süper Dadı’nın kulaktan kulağa hızla yayılmasının en önemli sebebi, ailede yaşanan onlarca sorunun 7 gün içinde çözüme kavuşturulması. Ekranlara böyle yansısa da durum, Aysun Hanım ‘sadece’ genel hatları çizmeye, ebeveynlerin kendilerine ve çocuklarına dair bir ‘fikir’ vermeye çalıştıklarını belirtiyor. Ayrıntılı çalışmalar için kendisine geri dönüş yapan aileleri geri çevirmiyor, sorunlarıyla ilgilenmeye devam ediyor. Hatta yaşadıkları şehirdeki hastanelere program vesilesiyle ‘ücretsiz’ psikolojik destek için yönlendirdiği ebeveynler var. Programa konuk olan ailelerin 2 bin TL aldıklarına dair eleştirilere ise Ömeroğlu çok üzülüyor: “7-10 gün o aileyle birlikte yaşıyoruz. Ailenin 3 ayda kullanacağı elektriğini biz bu süreçte tüketiyoruz. Normalde tek odasını ısıtıyorsa biz geleceğiz diye tüm evi sıcacık yapıyor. Halılar kirleniyor, eşyalar yıpranıyor, minik kazalar yaşanıyor. Herkesin zararı ne kadarsa ödeyelim dedik. Sonra baktık bu şık durmayacak. Sabit bir ücret belirledik. Aileler program çekimi bittikten sonra haberdar oluyor bundan. Anlaşmamızda yazılı değil çünkü. Bazı aileler kabul etmek bile istemiyor. Bize de onlara da haksızlık yapılmasın lütfen.”
Hakiki manadaki bir çocuk terbiyesinde, çocuğun fıtratını keşfetmek ve onu istidatları doğrultusunda yetiştirmek söz konusu. Bizim toplum olarak “uslu çocuk”lara değil, kendi gibi olabilen, fıtratını keşfeden/tanıyan, iç disiplinini sağlamış, vicdan sahibi “insan”lara ihtiyacı var. Hasılı; Süper Dadı kesinlikle yayından kaldırılmamalı ama üzerinde tekrar düşünülmeli. Psikolog Aysun Ömeroğlu’nun her türlü yapıcı eleştiriye, yeniliğe açık olduğunu söylemesi bundan sonrası için umut verici. Yalnız onlarla birlikte çalışmaya karar veren psikologların yoğun iş temposuna dayanamayıp iki günde programı terk etmesi de başka bir handikap. Anlaşılan o ki; yeni dönem her iki tarafı da samimiyet testinden geçirecek...
Mehmet Teber (Pedagoji Derneği Başkanı): Yeni bir konseptle program devam etmeli…
Güzel niyet doğru yöntemlerle buluşturulmalı. Süper Dadı, bahsettiğimiz unsurlar süzülüp yeni bir konseptle devam etmeli. Sorunları nereden kaynaklandıklarını bilirsek daha kolay düzeltebiliriz. Pedagoji Derneği olarak bir proje çocuk için mi, yoksa çocuklar üzerinden mi yapılıyor diye inceliyoruz. Süper Dadı’nın en sıkıntılı taraflarından biri de bu. Eğer çocuk için yapılıyorsa onu neden medyatik yapıyorsun, ifşa ediyorsun, etiketliyorsun? Yapılması gerekenlere gelince; tek değil, çoklu yaklaşım tercih edilmeli, sorunların kökenine inilmeli, hikâyeler aile fertlerinden dinlenip skeç şeklinde canlandırılmalı. Gerçek kişiler ve bilgiler asla kullanılmamalı."
Kaynak: http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-33376-super-dadi-hiper-zararli-mi.html
Buyrun yazıya:
"TRT ekranlarında yayımlanan Süper Dadı programı son zamanlarda ailelerin oldukça fazla gündeminde. Düşünme sandalyesi, ödül-ceza panosu uygulamalarını evinde hayata geçirenler de fazla. Oysa bazı uzmanlara göre kullanılan yöntemlerin hepsi doğru değil, program tartışmaya açılmalı ve yeni bir formatla yayın hayatına devam etmeli.
Haftanın yorgunluğunu atmaya çalıştığınız bir pazar günü, televizyon ekranında oğlunun peşinden terlikle koşturan sinirli bir anne, kardeşinin saçlarını var gücüyle çekip kafasını oradan oraya sürükleyen hırçın bir kardeş ya da çığlıklar içinde zorla banyoya kapatılan ‘yaramaz’ bir çocuk görebilirsiniz. Hatta merak edip bu aile karmaşasını çözmeye çalışırken şaşkınlığınız daha da artabilir. Çünkü 3 yaşındaki bir miniğin çığlıklar içinde omuzlarından bastırılarak sandalyeye oturtulduğunu, bebeklerin dakikalarca ağlatılarak uyutulduğunu, kendinden istenileni yapmayan çocuğa nasıl ceza verildiğini izleyebilirsiniz. Tüm bunlar ve daha fazlası TRT ekranlarında yayımlanan ‘Süper Dadı’ programında yaşanıyor. Ailelerdeki onca keşmekeşi 7 günde ‘kısmen’ çözüme kavuşturan program, birçok anne-babaya cazip gelse de uzmanlara göre kullanılan yöntemler tartışılmalı...
2008’de İngiltere ve Almanya’da Supernanny ismiyle yayımlanan program, Birleşmiş Milletler danışmanları tarafından “Bu tarz reality şovlar çocuk onurunu zedeliyor.” şeklinde eleştirilmiş. Diğer bir kınama da Oslo Üniversitesi’nde görevli, aynı zamanda Norveç İnsan Hakları Merkezi Başkanı olan Prof. Dr. Lucy Simith’ten gelmiş: “Çocukların olumsuz davranışları medya aracılığıyla yanlış sunuluyor. Her kötü şeyin sorumlusu gibi gösteriliyorlar. Bu şekilde çocuk-gençler daha fazla olumsuzluğa sürükleniyor.” Türkiye’de de Pedagoji Derneği, “TRT’ye ve Süper Dadı’ya Mektup” başlıklı bir yazı ile programı eleştirdi (12 Mart 2012). Peki Süper Dadı programı neden eleştiriliyor?
Bilmeyenler için önce Süper Dadı’nın çalışma biçimini anlatmakta fayda var. Programda bir haftalık süreç şöyle başlıyor:
-Dadı, önce ailenin bir gününü videodan izliyor.
- Ardından hiçbir olaya müdahale etmeden evde gözlem yapıyor. Problemleri tespit ettikten sonra evdeki ikinci gün başlıyor. Önce 3 yaş ve üzeri çocuklar için verilecek cezalara zemin oluşturacak ‘düşünme paspası’, ‘düşünme sandalyesi’ ya da ‘düşünme odası’ tahsis ediliyor. Biraz daha büyükler için de bir ödül-ceza panosu asılıyor. Söylenen davranışları yerine getirenler için duvara gülen yüzler yapıştırılıyor. Hafta içi küçük, hafta sonu da büyük ödüller devreye giriyor. Onca problemin yaşandığı evde 7 gün içinde ciddi değişiklikler yansıtılıyor ekrana. Mesela; annesinin yanında uyumaya alışmış 17 aylık bebek, beşiğinde uyumaya başlıyor, kardeşini döven abi bundan ‘kısmen’ vazgeçiyor. Eviyle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan baba, ‘yapmacık da olsa’ çocuklarıyla ilgileniyor, anne çocuklarına şiddet uygulamayı bırakıp düşünme sandalyesiyle tehdit ediyor.
Düşünme sandalyesi...
Programın sivil toplum örgütleri, pedagog, psikolog ve bilinçli aileler tarafından en çok eleştirilen kısmı düşünme sandalyesi, düşünme paspası ve düşünme odası uygulaması. Çocuk yasaklanan bir davranışı yaptığında önce uyarılıyor. Fakat umursamaz ve devam ederse düşünme sandalyesi devreye giriyor. Çocuğun yaşı kaçsa o kadar dakika sandalyede bekletiliyor. Sonrasında da özür dilettiriliyor. Pedagoji Derneği Başkanı Pedagog Mehmet Teber, önemli bir noktaya dikkat çekiyor: “Çocuk ruhu çok hassastır, incinip kırılır. Çocukta derin yaralar açılmamalı. Yetişkin birine sandalye uygulaması yapabilmem için onu ikna etmem, sebeplerini açıklamam lazım. Aynı şey çocuklar için de geçerli. Omuzlarından ittirilerek zorla sandalyeye oturtulan çocuğun ruhu zedeleniyor. Düşünme sandalyesi adı. Ama 3 yaşındaki biri için düşünme sandalyesinin, sürecinin bir anlamı yok. Soyut.” Kullanılan tüm yöntemleri belirleyen, aile hakkında analizler yapan, Süper Dadı Yeşim Varol Şen’in ‘iç sesi’, programın görünmeyen yüzü Psikolog Aysun Ömeroğlu ise bu uygulamadaki amaçlarını şöyle açıklıyor: “Düşünme sandalyesi bir sonuç. Bu yöntem kadim ve bilimsel bir temele dayanıyor. Çocuklarla annelerin arasında hezeyan dolu bir ilişki var. Çok uyumsuzlar. Şiddet de var. Güven duymuyor çocuk. İdeal ilişkide çocuk annesinin sözünü dinler, işbirliği yapar. Sandalye annenin tutarlılığını ortaya koymak için bir araç. Çocuk karşısında şiddet göstermeyen, iş birliği yapılabilecek bir anne görüyor. Güven duygusunu bu vesileyle yeniden tesis edebilirler. Soyut hiçbir şey yok. Anne kararlı. Evladını dövmeden, aşağılamadan uyguluyor doğrularını. Tek bilgi bu. Sandalyeye aşırı tepki veren çocuklar fazlaca şiddet görenler. Sandalye bir sebep değil, sonuç.”
Çocuk Gelişimi Eğitimi ve Edebiyat Uzmanı Elif Konar, küçük insanların penceresinden bakıyor mevzuya: “Etrafındaki kocaman yetişkinler ona sürekli bir şeyler emrediyor. Söyleneni yapana kadar da bu ceza/işkence sonlanmıyor. Keşke yetişkinler çocuğun yerine o an kendisini koysa. Dehşet verici bir durum. Kameralar önünde aşağılanması, küçük düşürülmesi, onursuzlaştırılması yetmiyormuş gibi bir de tam olarak anlamlandıramadığı, dillendiremediği konularda olumlu davranış sergilemesi bekleniyor. Tam bir karmaşa!”
Eğitimci ve bireysel aile danışmanı Fikriye Metin’e göre ise çocuk; anne, baba, dadı kim varsa, karşısındaki herkese öfke besliyor, ayakları yere basmaya başladığı ilk anda (ergenlik) patlamak üzere yaşadıklarını biriktiriyor. Sandalyeye ağlata ağlata oturtulan çocuğun her seferinde duyguları biraz daha ölüyor, kalbi kaskatı kesiliyor. Böyle terbiye edilen çocuklar yetişkinlik yıllarında artık hissedemediği için özel hayatında, sosyal ilişkilerinde, iş dünyasında sıkıntılarla boğuşuyor ya da yönlendirmelerle hayatını idame ettiren mekanik bir kişiliğe bürünüyor.
Ödül ve ceza kullanılıyor
Sandalye cezasının ardından çocuğa zorla özür dilettirilmesi de dikkate değer bir ayrıntı. Çünkü küçük kız-erkek içinde bulunduğu yaş itibari ile özrü kavrayamıyor. Ama kendisine yönelmiş her türlü baskının altından özür dileyerek kurtulabileceğini öğreniyor. Bu da onun sınırlarının genişlemesi anlamına geliyor. Uzmanlar, çocuğun belli bir gelişim düzeyine geldikten sonra özür dileyecek mekanizmalarının harekete geçirilmesini destekliyor. Ancak bunun “baskı ve zorlamalarla” değil, saygın ilkesel metotlar kullanılarak yapılması gerekiyor. Mehmet Teber’in önerileri şöyle: “Öyküler, kıssalar, aile içinde yaşanmış örnekler, çocuktaki merhamet duygusunu geliştirecek aktiviteler, dışarı çıkıldığında çevreye gösterilen duyarlılık, hayvanlara-bitkilere ebeveynin bakış açısı, anne-babanın hata yaptığında özür dilemesi çocuğun içine bu duyguyu yerleştirebilir. Şekil var ama ruh yok. Dış disiplin değil, iç disiplin önemlidir çocuk terbiyesinde. Dadı mevcut uygulamasıyla dış disiplin oluşturmaya çalışıyor.”
Sirklerdeki hayvanlar ödül ve cezayla eğitiliyor. Mesela güvercinler istenilen hareketleri yaptıklarında yem atılıyor, yapmadıklarında da elektrik şoku veriliyor. Ayılar da benzer şekilde muamele görüyor. Zamanla hayvan ödül kazanmak ya da cezaya mahkûm edilmemek için kendinden istenileni yapıyor. Dolayısıyla ayılar oynamaya, aslanlar ateşli çemberlerden geçmeye başlıyor. Vicdan sızlatan bu yöntemler ne yazık ki insanoğlu için de kullanılıyor. Mesela Süper Dadı’da çocuklar anne-babasının isteklerini yerine getirdiğinde, ödevlerini yaptıklarında, kardeşlerini dövmediklerinde ödül kazanıyor, aksi hâlde cezaya çarptırılıyorlar. Hâlbuki ceza “o an” belli davranışları düzeltiyor gibi görünse de çocuğun ruh dünyasını bozuyor. Psikolog Aysun Ömeroğlu tüm hayatın ceza üzerine kurulmadığını fakat çok problemli ailelerde, çocuklarda geneli değiştirmek için minik cezalara ihtiyaç duyduklarını, cezadan yana asla olmadıklarını anlatıyor. Cezayı ‘antibiyotik’ şeklinde tanımlıyor; sağlıklı, her zaman kullanılabilir değil. Ama ilerleyen rahatsızlıklarda mecburen küçük dozda başvurulması elzem. Hele de işin ucunda şiddet var ise. Ödüller ise çocuk olumlu davranışı gerçekleştirmese de çoğu zaman veriliyor. Çünkü aile içinde takdir edilmeyen, güzellikleri, farklılıkları görülmeyen kız-erkeklerin sayısı fazla. Gülen yüzler ailenin çocuğunu fark etmesini sağlıyor. Psikolog Fikriye Metin, Aysun Hanım’la aynı fikirde değil. Çünkü ders çalışmayan, sorumluluklarını yerine getirmeyen, düzensiz, sınav endişesi yaşayan, dikkat dağınıklığı bulunan çocukların özüne indiğinde ödül-ceza yöntemine tabi tutulduklarını gördüğünü söylüyor.
Elif Konar, çocuk eğitiminde fiziki, duygusal, psikolojik her türlü cezaya kesinlikle başvurulmaması gerektiğini anlatıyor. Çocuk Gelişimi ve Montessori Eğitimi Derneği Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Konar’a göre; çocuk, ya ceza verileceği korkusu ya da ödül alacağı beklentisiyle davranışlarını ‘o anlık’ değiştiriyor. Fakat bu esnada benliği kaygıya bürünüp yara alıyor. Kaygı ise birçok davranış bozukluğunun ana sebebi. Anne-babalar, ödül sistemine, çocuk ruhunu nasıl tahrip ettiğini göremediği için sıklıkla başvuruyor. Halbuki ödül de bir ceza. Çünkü kişi kendinden beklenenleri bir daha yerine getiremeyeceğini düşününce kaygılanıyor. Böylesi çocuklar hiçbir zaman kendileri olamıyor, sahte benlik geliştiriyor.
Uzmanlar, günümüzde ödül ve cezalarla yetişmiş yeni bir tip insan modelinin varlığını kabul ediyor. Otur denildiğinde oturan, çalış denildiğinde çalışan küçük insanlar anne babalarını bayağı memnun ediyor. Tabii onlar suskunluklarını ergenlikte bozup aile içinde ‘isyankâr’ diye tanımlanana kadar. En savunmasız oldukları dönemde baskı ve zorlamalarla duygusal yoksunluk içinde bırakılan çocuklar, büyüdüklerinde anne-babalarına o günlerin hesabını soruyor. Ardından da aileden kopuşlar başlıyor. Konar, bu incitici kısır döngüden kurtulmak için çocuk terbiyesi ve eğitiminde yeni arayışlara girmemiz gerektiğini söylüyor: “İnsanda ve tabii ki çocuklarda da akıl, kalp, ruh, vicdan, sır, onur, izzet var. Mevlana kültürünün hâkim olduğu Anadolu topraklarında çocuk yetiştirilirken hiçbir şiddet yoktu. İnsan gibi insan olma, tevazu, alçak gönüllülük, vicdan kültürünün temellendirdiği çocuk terbiyesi yerine; materyalist yöntemlere göre ‘şartlanan çocuk eğitimi metotları’ konmaya devam ederse daha büyük sorunlarla karşılaşmamız muhtemel. Bu yanlış fark edilmedikçe de gerçek manada çözüme kavuşmak zor.”
Ağlatılarak uyutulan bebekler
17 aylık bir bebek. Sorunu beşiğinde değil de annesinin yanında uyumak istemesi. Bunun için Süper Dadı devreye giriyor, anneye bunun bir sorun olduğunu anlatıp sabit çözüm tekniğini devreye sokuyor. Nasıl mı? Anne, bebeği uyku vakti geldiğinde beşiğine bırakıyor. Çocukla tüm iletişim kanallarını kapatıyor. Bebek önce ne yaşadığını anlayamıyor. Sonra başlıyor ağlamaya. Annesizliğe henüz ruhen hazır olmayan bebek her geçen dakika biraz daha sesini yükseltiyor, annesinin onu duymadığını düşünüyor. Çünkü anne yavrusunun hiçbir hareketine karşılık vermiyor. Bebeğine ilk kez bu kadar tepkisiz kalan annenin başında Süper Dadı bekliyor ve ‘Kesinlikle almamanız lazım’ diyor. Bebek annesine ulaşmak için 30-40 dakika ağlıyor. Bitap düştüğünde ise uyuyakalıyor. İkinci gün uyku vakti geldiğinde bebeğin kaygısı daha çok artıyor. Ama anne kararlı. Günler böyle geçiyor. Çocuk sonunda annesinin onu tamamen bıraktığını anladığı için 10-15 dakika ağladıktan sonra uykuya dalıyor. Acaba bebek tüm bunlar yaşanırken ne hissediyor?
Mehmet Teber, bu durumu şöyle değerlendiriyor: “Çocuk bu baskılarla kendi yatağında uyumaya alışır; ama bu kadar ağlamama rağmen annem bana neden sarılmadı, gözlerimin içine niçin bakmadı, beni artık sevmeyecek gibi kaygılarla. Eğer anne o anda vicdanen rahatsızsa doğru gitmeyen bir şey vardır. Annelik hissi yanıltmaz. Kainattaki hiçbir canlı çocuğunu yetiştirebilmek için bilgiye ihtiyaç duymaz. Annenin şefkati bebeğini ağlata ağlata uyutmaya müsaade etmez, onu kucağına almak, bağrına basmak ister. Zaten anne ile çocuk arasındaki güven duygusu böyle gelişir.” Süper Dadı’daki uygulamanın tersine uzmanlar bebeklerin 2 yaşına kadar annesiyle tensel teması kesmeden uyuması gerektiğini söylüyor. Çünkü gece sıçrayarak uyandığında annesini yanında bulması, kendini emniyette hissetmesi çocuğun benliğini güçlendiriyor. Aynı zamanda Anne ve Bebek Psikolojisi Danışmanı Aysun Hanım bu fikre karşı çıkmıyor. Yalnız bizim ekranlarda görmediğimiz ayrıntıların varlığından bahsediyor: “Huzurlu, kendini güvende hisseden bebek zaten kolaylıkla uyur. Bizim karşılaştığımız çocuklar annelerinin şefkatini tam alamamış, kendini güvende hissetmeyenler. Anne 18 aylık bebeğe fiziki ve psikolojik şiddet uyguluyor. Anne uyuyamadıkça daha da zararlı hâlâ bürünebiliyor. Biz bebeği uyutup anneyi dinlendiriyoruz. Böylece bebeği koruyoruz aslında. Programda çok ağlatılarak uyutulan bebek sayısı 3’ü geçmez. Anneye doyanlar, yeterli beslenenler 5-10 dakika içinde uyuyakalıyor. Biz nasıl doyacağını da anlatıyoruz ekran arkasında. Şöyle tut, sarıl, yumuşak ses tonuyla konuş vs diye yönlendirmeler yapıyoruz.”
Süper Dadı programı şimdiye kadar onlarca eve konuk oldu. Her ailenin temel sorunları, kültürleri, eğitim düzeyleri, fiziksel şartları, yaşam tarzları birbirinden farklıydı. Fakat hangi eve gidilirse gidilsin aynı çözüm yöntemlerinin sıralanması hayret vericiydi. Oysa insan yaratılışı itibariyle oldukça karmaşık bir varlık. Aynı yaşantının tesiri her bireye göre farklılaşırken Süper Dadı’nın sadece “davranışçı ekolden” beslenmesi ne kadar isabetli?
Kendi gibi olabilen çocuk
Sorumuzun ilk muhatabı Psikolog Ömeroğlu: “Aileler maddi-manevi ciddi sıkıntılar içinde. Her sorunun altında yatan türlü türlü sebep var. Ama bunların tümünü televizyonda gösterebilmemiz mümkün değil. Bundan dolayı davranışı çekiyoruz, evdeki kısır döngüyü gösterip buna odaklanıyoruz. Olayları görüntülü şekilde vermek durumunda kalmamız bizi bir takım yüzeyselliklere itebiliyor. Evdeki her şeyi düzeltemeyiz. Ama aile fertleri, izleyenler ‘Bu konuda benim de eksikliklerim var’ diyorsa biz amacımıza ulaşmışız demektir. Kaldı ki ailelerle 7-10 gün boyunca 15-18 saat çalışıyoruz, elimizden gelen tüm desteği veriyoruz.” Psikolog Fikriye Metin’e göre dünyada ne kadar psikolog, pedagog varsa o kadar da çözüm yöntemi var. Davranışçı ekol de bunlardan biri. Ortaçağ Avrupası’ndan kalması, Avrupa ülkelerinin bile bu yöntemi eleştirmesi ise önemli. Çünkü onlar son yüzyıl içinde çocuk eğitiminde insanı ve duyguları merkeze alan hümanist (insancıl) yaklaşımı benimsiyor. Çocuğun baskı ve zorlamalarla eğitilmesini insan kişiliğine yakıştırmıyor. Dahası bilim adamları Yunus Emre, Mevlana gibi önemli şahsiyetlerin hayatlarını yakından araştırıyor, yakaladıkları ayrıntıları formülleştirerek çocuk eğitiminde kullanıyor.
Süper Dadı’nın kulaktan kulağa hızla yayılmasının en önemli sebebi, ailede yaşanan onlarca sorunun 7 gün içinde çözüme kavuşturulması. Ekranlara böyle yansısa da durum, Aysun Hanım ‘sadece’ genel hatları çizmeye, ebeveynlerin kendilerine ve çocuklarına dair bir ‘fikir’ vermeye çalıştıklarını belirtiyor. Ayrıntılı çalışmalar için kendisine geri dönüş yapan aileleri geri çevirmiyor, sorunlarıyla ilgilenmeye devam ediyor. Hatta yaşadıkları şehirdeki hastanelere program vesilesiyle ‘ücretsiz’ psikolojik destek için yönlendirdiği ebeveynler var. Programa konuk olan ailelerin 2 bin TL aldıklarına dair eleştirilere ise Ömeroğlu çok üzülüyor: “7-10 gün o aileyle birlikte yaşıyoruz. Ailenin 3 ayda kullanacağı elektriğini biz bu süreçte tüketiyoruz. Normalde tek odasını ısıtıyorsa biz geleceğiz diye tüm evi sıcacık yapıyor. Halılar kirleniyor, eşyalar yıpranıyor, minik kazalar yaşanıyor. Herkesin zararı ne kadarsa ödeyelim dedik. Sonra baktık bu şık durmayacak. Sabit bir ücret belirledik. Aileler program çekimi bittikten sonra haberdar oluyor bundan. Anlaşmamızda yazılı değil çünkü. Bazı aileler kabul etmek bile istemiyor. Bize de onlara da haksızlık yapılmasın lütfen.”
Hakiki manadaki bir çocuk terbiyesinde, çocuğun fıtratını keşfetmek ve onu istidatları doğrultusunda yetiştirmek söz konusu. Bizim toplum olarak “uslu çocuk”lara değil, kendi gibi olabilen, fıtratını keşfeden/tanıyan, iç disiplinini sağlamış, vicdan sahibi “insan”lara ihtiyacı var. Hasılı; Süper Dadı kesinlikle yayından kaldırılmamalı ama üzerinde tekrar düşünülmeli. Psikolog Aysun Ömeroğlu’nun her türlü yapıcı eleştiriye, yeniliğe açık olduğunu söylemesi bundan sonrası için umut verici. Yalnız onlarla birlikte çalışmaya karar veren psikologların yoğun iş temposuna dayanamayıp iki günde programı terk etmesi de başka bir handikap. Anlaşılan o ki; yeni dönem her iki tarafı da samimiyet testinden geçirecek...
Mehmet Teber (Pedagoji Derneği Başkanı): Yeni bir konseptle program devam etmeli…
Güzel niyet doğru yöntemlerle buluşturulmalı. Süper Dadı, bahsettiğimiz unsurlar süzülüp yeni bir konseptle devam etmeli. Sorunları nereden kaynaklandıklarını bilirsek daha kolay düzeltebiliriz. Pedagoji Derneği olarak bir proje çocuk için mi, yoksa çocuklar üzerinden mi yapılıyor diye inceliyoruz. Süper Dadı’nın en sıkıntılı taraflarından biri de bu. Eğer çocuk için yapılıyorsa onu neden medyatik yapıyorsun, ifşa ediyorsun, etiketliyorsun? Yapılması gerekenlere gelince; tek değil, çoklu yaklaşım tercih edilmeli, sorunların kökenine inilmeli, hikâyeler aile fertlerinden dinlenip skeç şeklinde canlandırılmalı. Gerçek kişiler ve bilgiler asla kullanılmamalı."
Kaynak: http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-33376-super-dadi-hiper-zararli-mi.html